28 Mayıs 2011 Cumartesi

"boş film" izlemece

bugün iş çıkışı 2 sevgili iş arkadaşımla sinemaya gidelim dedik ve seçimimizi de fazla düşünmek gerektirmeyen, dinlendirici, mutluluk verici bir filmden yana kullanalım istedik ki buna romantik komedi deniyor sanırım:)

L'arnacoeur isimli fransız filmini seçtik.. ve tam da istediğimiz gibi boş boş bakarak izleyebileceğimiz bir film çıktı:) yanlış anlaşılmasın bu "boş" kelimesini filmi kötülemek için kullanmıyorum.. ama bazı filmler de böyle boş boş izlemeliktir bence, amacı bu yani:)

Film amacına uygun, zaman zaman komik zaman zaman romantik olup, keyif vermekle beraber, en sonu tam eski bir türk filmi çakması gibiydi.. filmi izleyecek olan olursa diye sonunu yazmıyım bari ama her izleyen bunu hissedecektir diye düşünüyorum.. bir sahne var ki başrol oyuncularımız uzaktan birbirine koşuyor ve birine gösterseniz Tarık Akan ile Gülşen Bubikoğlu mu bunlar diyebilir:)

Buarada filmimizin başrollerinden Vanessa Paradis, (cahilliğimi bağışlayınız) çok sevgili Johnny Depp'in eşiymiş! Ablamızın değişik, hoş bir havası olsa da, Johnny Depp'le yanyana düşününce üzülmemek, kıskançlıktan kıvranmamak elde değil :( ayrıca arasından bir tır geçebilecek kadar ayrık olan ön dişlerini neden yaptırmıyor merak içindeyim? Ön dişleri ayrık olanlar şanslı, zengin olur derler ki V.P. için bu gerçekleşmiş sanırım ama benim de dişlerim ayrık, niye benim bir Johnny Depp'im yok??!! (sevgilim kızma lütfeeeen! Johnny Depp bu kıskanılmaazz:))

Bu fotolarda gayet hoşmuş mesela!!

27 Mayıs 2011 Cuma

şarkılarla eski yazlar

o kadar özlüyorum ki eski yazları.. doyasıya mutluluk taşan yazları..
çok özlüyorum ama en azından her birinin değerini bildik, tadını çıkardık diye mutluyum..

Bugünlerde hava çok güzel İstanbul'da, akşamları (ben oturamasam da) hava tam balkonda oturmalık.. işte özlemim de tam bu noktada başlıyor.. bizim kocaman bir balkonumuz var yazlığımızda, ne çok sıcak ne fazla serin, hafif bir rüzgar eser rahatlatır insanı.. toplaşıp, doluşulur o balkona bazen 3 bazen 5 bazen 15 kişi.. o balkon nelere şahitlik etmiş, ne kahrımızı çekmiştir.. belki de en güzel anılarım yazlığımda geçmiştir benim..

işte o eski yazlardan bazı şarkılar var, duyduğumda içim burkuluyor.. o sevdiğim, çok mutlu olduğum yazlardan kalma şarkılar.. bunlardan biri rosey - love.. çok severdik bu şarkıyı, sürekli dinlerdik.. (yıl 2002 miydi acaba?) ve şimdi en başındaki gemi düdüğü gibi sesi duyunca bile içim sızlar benim..
Bi de o yazlardan kalma Yaşar'ın sürekli dinlediğimiz, dinleye dinleye bozduğumuz kasetleri var.. en sevdiklerimden yaz bitti ve o zamanların bizim için vaz geçilmezi hoşçakal gözbebeğim tabii ki:)

belki saçma geldi size, belki hoşunuza gitti bilmiyorum ama bu şarkıları (ve bir kaç tanesini daha) bir yerde duyunda, balkona (İstanbul'daki) çıkıp da aynı serinliği biraz bulunca, içim burkuluyor.. o zamanlar 2 ay keyif çatarken, şimdi 2 gün kaçabilir miyim diye bakıyorum, herhalde bu ağırıma gidiyor:(

tatilsizlik başıma vurdu, eski şarkılara bağlandım, duygusallaştım sanırım:)

23 Mayıs 2011 Pazartesi

İlk Mim; Zaman Tüneli

Eveeet anlayacağınız üzere mimlendim.. Bu benim ilk mim'im, sevgili Nil sağolsun beni şereflendirdi:))
Nil'de ilk kez mimlenmiş ve bu mim olayının ne olduğunu açıklayarak başlamış yazısına. Bence çok yerinde bir hareket olmuş çünkü ben de blog yazmaya başladığımda şaşkoloz gibi bakıyordum nedir bu mim olayı diye.. tabii ben tekrar açıklamayacağım, yeniysen Nil'in bu yazısından gir oku:)

Mim konusuna gelince; "Tarihsel süreçte nerede olmak isterdin? Neden orada olmak isterdin? Kimi görmek isterdin?"
Sanırım ben çoook eskilere eğer gerçekten varolmuşlarsa mağara adamlarının zamanına gitmek isterdim.
Mesela ateşin bulunduğu anı merak ediyorum; heycan mı duydular? korktular mı? ellerini mi yaktılar?..
ilkel de olsa taşıtları nasıl akıl ettiler, nasıl anlaştılar, nasıl yaşadılar merak ediyorum.. Evet bu konuda bir çok varsayım mevcut ama gerçekten neler yaşanmış, nasıl biliriz ki?

Kimi görmek istediğime gelecek olursak; tabii ki mağara adamı görmek istemem:) Tarihte görmek, konuşmak isteyebileceğim çok çeşitli insan var aslında, mesela Hitler, mesela Marilyn Monroe, mesela Shakespeare, mesela Freud.. Nedenlerini de yazmayı çok isterdim ama bugünlük daha fazla yazmaya mecalim yok malesef:(

Bu konuda mimlenen çokmuş, mimlenmeyen birilerini bulmak zor oldu..
ve mim'lediklerim sizsiniz;

AysheS - http://geldimgidiyorum.blogspot.com/
Ancelik - http://ancelik0.blogspot.com/
Yeşim - http://www.ojeliparmaklar.com/
http://cerenimben.blogspot.com/
http://omrumdeyenibirnefess.blogspot.com/
http://kakulekorebe.blogspot.com/
http://blog.ihsanberktas.com/

22 Mayıs 2011 Pazar

Köyden indim şehre gibi bişe:)

İstanbul'a ilk yerleştiğimde alışmak zordu. Çok aceleci, gereğinden fazla hareketli, koşturmaca halinde bir şehir olduğunu düşünüyordum. O zamanlar Ankara'ya her geldiğimde İstanbul'a dönüş zor geliyordu.. Ama üzerinden 3 seneye yakın zaman geçince Ankara'ya gidiş ayrı keyif, dönüş ayrı keyif haline geldi benim için..

Bir çoğu tutturmuş; Ankara'ya gitmenin en güzel yönü İstanbul'a dönüşmüş.. Yok arkadaş kabul etmiyorum! Her Ankara'ya geldiğimde ben mutlu oluyorum, rahatlıyorum, huzur buluyorum.. Hayat gailesi içinde debelenen değil, sakin bi hayat yaşayan insanlar arasına karışıyorum..

Bu haftasonu yine evimde Ankara'dayım. Sabah annemin harika kahvaltılıklarını yedim, sonra tunalıda arkadaşlarımla buluştum, cadde boyu yürüdüm, duygulandım, hem mutlu oldum hem hüzünlendim..

Evet İstanbul hala koşturmaca halinde, hala aceleci ama onu da böyle sevdik böyle kabullendik:))
(ben kim oluyosam öyle İstanbul'u kabulleniyorum falan:))

Az önce de Sertab Erener'in İstanbul şarkısını dinledim.. Bence şahane bir şarkı olmuş.. Çok güzel anlatmış olanı biteni.. beni de bi silkeledi; acaba ben de o bahsettiği "bu şehri bozan, gelip de bozulanlar"dan mıyım?

En son kısmı da ayrı güzel; ben buraya bile yazdım yok geldim yok gittim zor geldi vs, vs, diye ama Sertab demiş; "Sen gidersin, İstanbul beklemez, Gelirsin gidersin, İstanbul fark etmez"

ve tabii o kadar alıştım da desem şarkıda dediği gibi; benim için "İstanbul birini sevmiyorsan çekilmez!"

hem dinleyin, hem de okuyun sözlerini, bakalım siz de sevecek misiniz?


İstanbul (söz-müzik: Ersel Serdarlı)

Kimisi sadece işinde gücünde
Kimisi sadece heyecan peşinde
Kimisine sorulmaz bile derdi ne
Kiminle
(İstanbul)

Kimisi paça sıvar dereyi görmeden
Kimisi bütün yutar lokmayı bölmeden
Kimisi düşmez yakadan başa çorap örmeden
İnceden
(İstanbul)

Gelip bu şehri bozan
Bu şehre gelip bozulanlar
Hepsi aynı kazanda kaynıyor istanbulda
(Doğru söylüyor)

Dinle beni biraz şşt
Sen sen İstanbul sever seni sen beni seversen
Dinle beni biraz şşt
Sen sen İstanbul döver seni sen beni üzersen

Ne çok canlar yakar (İstanbul)
Bolca günahlara sokar (İstanbul)
Hızlı koşanları çabucak yorar İstanbul İstanbul
Ama sen istesen de bu şehirden kaçamayacaksın
Çünkü aklın bende bende İstanbuldayım
(Doğru söylüyor)

Dinle beni biraz şşt
Sen sen İstanbul sever seni sen beni seversen
Dinle beni biraz şşt
Sen sen İstanbul döver seni sen beni üzersen


Sen gidersin
İstanbul beklemez
Gelirsin gidersin
İstanbul farketmez

Acı çeker özlersin
İstanbul üzülmez
Nasıl nedir halin
istanbul hissetmez

(İstanbul)
İstanbul birini sevmiyorsan çekilmez

Dinle beni biraz şşt
Sen sen İstanbul sever seni sen beni seversen
Dinle beni biraz şşt
Sen sen İstanbul döver seni sen beni üzersen

İstanbul sever seni sen beni öpersen

19 Mayıs 2011 Perşembe

kısa tatil, büyük keyif! :)

uzuuuun tatiller, kısa kaçamaklar veya bugün gibi normalde mesai olup da bayram,vs sayesinde tatil olan günler.. hepsinin yeri ayrı, hepsi ayrı güzel :) aslında bugün haftasonu ile birleştirilip, güzel bir tatil haline getirilebilirdi (bir çok kişinin yaptığı gibi) ama benim gibi yeni iş değiştirmiş ilk yıl izni olmayan garibanlar birleştiremiyor tabii:((

ama olsun ben tek gün de olsa çok memnunum halimden:) öğlene kadar bi güzeel uyudum, uyandım, oraya buraya yattım durdum.. sonraa koca bir kase dondurma yiyip, Breakfast at Tiffany's izledim. Çok severim bu filmi, aşağıdaki karelerin da hastasıyım:))
Bu sahne en sevdiklerimden!

 
ve tabii klasikleşmiş, bence zerafetin simgesi olan bu kareyi koymadan olmaz..
acaba ben de bu küvetten bozma kanepeden alabilir miyim diye hep düşünmüşümdür..

VEE MUTLU SOOON!!! :))
Benim için büyük keyifti bugün evde dinlenmek, film izlemek ama en güzeli de yarın cuma, sonra yine tatiiiilll:))

17 Mayıs 2011 Salı

Fashion For Relief @Cannes

Bugün Cannesda Japonya için "Fashion for Relief" sloganıyla bir yardım defilesi düzenlenmiş. Dikkatleri yardım amaçlı olması ile çekmesi gerekirken sanırım 3 ayrı mankenin yere kapaklanmasıyla daha çok çekmiştir:) üstelik tökezlemekten öte, kalkıp kalkıp tekrar düşümüşler..

Ben gözlerime inanamadım, buyrun burdan siz de izleyin.. özellikle videoda ilk gösterilene çok üzüldüm, tam toparladım diye ellerini kaldırıyo, sevimlilik yapıyor falan derken hooop bir daha düşüyor:)) gülücük yapmak istemezdim ama kendi düşen ağlamaz, düşene gülünür:))

15 Mayıs 2011 Pazar

günlerden güzel bir gün!!!

Bugün güzel bir gündü, güzel bir cumartesi. Normalde cumartesi olması dahi güzel olması için yeterli benim için ama bir de üzerine bol uyku, güzel hava, güzel sohbet, güzel yemekler gelince tadından yenmez oldu:) Ben de biraz günlük kıvamında, hemmen sizinle (özellikle güzel yemekler kısmını) paylaşayım istedim:))

İlk olarak tabii ki öğle saatlerine kadar uyumak güne mutlu başlamamı sağladı:) sonrasında güsseeel bir ev kalhvaltısı, sonra biraz solaaa biraz sağa yatıp, televizyon izlemek, yayılmak:) Ve sonraaa ilk kez bugün tattığım harika bir lezzetle tanıştım. İkea'nın bademli pastası! daha önce nasıl bunu atlamışım ikeada bilemedim, tadı damağımda kaldı, mutlaka denemenizi öneririm..

Öğleden sonra ise uzuuuun zamandır gitmek istediğim, ama bir türlü gidemediğim "ÇİYA"ya gittik.. Daha önce çok övmüşlerdi burayı, haklı da çıktılar. Lahana sarma, kuru patlıcan dolması, içli köfte, sıkma köfte, patlıcan salatasını tattım. En çok kuru patlıcan dolmasını ve patlıcan salatasını beğendim. Özellikle dolma içinin baharatı, lezzeti bence harikuladeydi. Diğerleri bence ortalamaydı diyebilirim. Bu sefer "Çiya Sofrası"ndaydık, bir dahakine "Çiya Kebap"a gitmeyi planlıyorum, daha denemem gereken bir sürü tat var. (web sitesinden de gördüğüm kadarıyla orada daha alışılmadık lezzetler var gibi..)

Bu yemeğin üzerine olsa olsa Fazıl Bey'de bir kahve iyi gider diye düşündük, amma yer bulamayıp hemen karşısındaki kahvecide kahvelerimizi yudumlayıp, lokumlarımızı yedik:) Biraz daha kadıköyde turladıktan sonra sıra geldi caddebostan sahiline.. Burda da deniz kenarında duvar üstünde oturup, bir şeyler içip, kabak çekirdeği ile günün son saatlerinde güzel havanın tadını çıkardık.. ve günümüzü caddebostan sahilinden evimize doğru keyifli bir yürüyüşle tamamladık..

Umarım siz de güzel havaların tadını çıkarmaya başlayabilmişsinizdir..

14 Mayıs 2011 Cumartesi

- Cranium -

Bu hafta hiç bir şey yazamamış olmak mutsuz ediyor beni.. dolu bir haftaydı, kendime ayırcak zaman bulamadım malesef:( ama aklımda hepsi, tüm yazacaklarımı biriktirdim:)

Konu başlığına gelirsek; doğumgünümde yengem (ki bunu okursa bana kızacaktır çünkü normalde kendisine ismiyle hitap ederim) bana bir oyun hediye etti; adı CRANIUM.

Bu oyunu daha önce görüp, alsam diye çok düşünmüştüm ama her seferinde yanımda kim olsa amaan boşveer saçma bi oyun gibi gözüküyor diyerekten bana aldırmadı.. Ama artık bir CRANIUMum var vee çok da zevkli bir oyunmuş, tavsiye ederim..

Tabi böyle kuru kuru tavsiye olmaz anlatmak, açıklamak lazım:) Oyunda 4 farklı kategori var; her birinde farklı farklı atraksiyonlar..

İlk kart grubu; çiz & heykel yap. Tahmin edebileceğiniz gibi çiz ve heykel yap kısmında verilen kelimeyi çizerek veya oyun hamuruyla heykel yaparak anlatıyorsunuz ama bazı kartlarda bunu gözü kapalı yapıyorsunuz, bazısında herkes oyunda aynı anda aynı kelimeyi en kısa sürede anlatmaya çalışıyorsunuz..

İkinci olarak akıl yürüt & çöz grubu kartı biraz daha bilgi gerektiren soru grubunu kapsıyor. Bazen soru-cevap yapıyoruz, bazen çoktan seçmeli, bazen yalan makinesi, bazense aykırı ikilileri buluyoruz..

Üçüncü grup ise; kelimelerle oyna. Burda bazen bir sorunun cevabını boşluk doldurarak buluyoruz, bazen ipucundan yola çıkarak harflerinin yeri değiştirilmiş kelimeleri buluyoruz, bazense "tersten uko" kartlarında kelimeleri grup halinde tersten okuyoruz. Bir de telepati kartları var; bunda da verilen bir kelimeyle ilgili her grup üyesi bir kağıda 3 kelime yazıyor ve sonraa bakıyoruz en azından 1 kelimeyi tutturmuşlarsa ilerleme hakkı kazanıyorlar..

Son olarak rol yap & mırıldan grubu ki bu benim en sevdiğim grup:) bu kartlarda bazen mırıldanarak bir şarkı, bazen sessiz sinema gibi olayları, bazen kuklacı olup arkadaşınızı kukla gibi oynatarak kelimeleri anlatıyorsunuz.. Bazense kendi taklitçilik yeteneğinizi konuşturup süperstar oluyorsunuz..

Geçen haftasonu Ankaradaydım ve annemler & dayımlarla oyunu oynadık.. Aileyle de gayet keyifli oynanabilir bir oyun.. saatlerce oynadık, güldük eğlendik:)

Haa buarada craniumun kafatasının beyni kaplayan kısmına verilen isimmiş.. bu da ek bilgi:)

"çikolatalı cookie" bu bir alıntı:)

sevgili ev arkadaşımın parmaklarımı yememe neden olabilecek harika "çikolatalı cookie" tarifi..

işte burdan ulaşabilirsiniz; geldim gidiyorum...: Çikolatalı Cookie: "Cookie, ingilizcede kurabiye anlamına gelmektedir. Ancak cookie dendiği zaman genelde her çeşit kurabiye değil de yuvarlak şekli bozuk olan..."

aslında kurabiye demeyi severiz biz ama işte bu tam populer kültürün parçası olmuş leziz "cookie"lerden:))

8 Mayıs 2011 Pazar

Bir tek annem olsun bana bir şey olmaz..

Fazla söze gerek yok, Sertab Erener güzel söylemiş..

Annedir yüreği fazla dayanamaz
Herkes bıksa benden annem bana doymaz
Öper besler beni unutur kalbinde
Annem burda olsun bana bir şey olmaz

Her gün bakar bana kusurumu görmez
Günler gece olsa o ışığı sönmez
Ellerim büyüdü avuçlarında
Bir tek annem olsun bana bir şey olmaz

Burdan da dinleyebilirsiniz..

Tüm annelerin anneler günü kutlu olsun..

Sevgilerimle..

5 Mayıs 2011 Perşembe

Kendine güven(!)

Kendine güvenmek iyidir, hoştur, güzeldir.. ama bir de benim bahsetmek istediğim başka bir tip var. Sürekli kafa yukarda, omuzlar dik yürüyüp de fikir yürütmek gereken konularda “ne dersin bunun için? / Nasıl oldu böyle? / İyi, güzel, vs. oldu di mi? di mi? di mi? diye çevrede dolaşan tip. Deli ediyo beni deli deli deliii:))

Bu tiplerde bildiğimiz kendiliğinden gelen bir güven değil de bir şekilde başkalarından beslenen bir güven sistemi var sanki.. güven seviyesi belli bir seviyenin altına düşünce, biraz sıkışınca başlıyor sorulara..

Süreç şöyle işliyor sanırım; bir fikir buluyor, sessizce geliyor, kendine güvenmekle güvenmemek arası dillendiriyor, sorulara başlıyor (nasıl, ne dersin, güzel di mi? di mi? di mi?), karşıdan gelen beğeni sinyalleriyle hooop güven deposu doluyor, sonra yine başlıyor yukardan bakış.. yürüyüşü anlatmama gerek yok:) kessin böyle işliyor olmalı bünyesi:)

Hiiiiç bilmişlik yapıyorsun demeyin, adımı ukala dümbeleği koydum, en başta niyetimi belli ettim, ukalalık hakkımdır söke söke alırım:) Şaka bi yana tabii ki her insan biraz böyle..ama alışkanlık haline de getirmemek lazım canım.. can sıkmaya başlıyor sonra dikkat çekiyor!

Buarada bu güven deposu doldurma olayı bana Monsters.inc diye bir film vardı onu hatırlattı ya da bilinçaltım ordan esinlendi:)

Filmin kısa özetini vermek gerekirse; Filmde canavarlar çocukları korkutup ağlattıkça kendilerine enerji sağlıyorlar. (Ki bu da benim güven depolama fikrimin esin kaynağı) Ama aslında çocuklardan kendileri de bir o kadar korkuyorlar, sonrasında canavar dünyasına sevimli karakter Boo'nun girmesiyle işler değişiyor.. Bence çok başarılı bir animasyon, imdbde de 8 puan almış zaten. İzlemenizi öneririm.. Ve işte burdan fragman, bir de filmin sevimli kahramanı boo'nun en tatlı sahnelerine ulaşabilirsiniizz.. iyi seyirler:)

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Elif Şafak'tan AŞK

Daha önce hiç Elif Şafak kitabı okumamıştım. Geçenlerde bir arkadaşım çok övdü, hemen başladım Aşk'a.. Henüz 60 küsur sayfa okusam da gerçekten sevdim. Çok farklı 2 kültürden, 2 hikayeyi çok da güzel bir dille buluşturmuş bence.

Günümüz Amerika'sında yaşayan dejenere toplumla, 13. yüzyıl Anadolusunu bir kitapta buluşturmak, üstüne üstlük Amerika'da yaşayan kitabın kahramanı Ella'ya, Mevlana'yla, Şems'le kendisini buldurmak.. bence başarılı..

Bir de kitabın arka kapağından alıntı yapayım;
"Hamuş" derdi Mevlana kendine. Yani Suskun. Düşündün mü hiç, bir şairin hem de namı dünyayı sarmış bir şairin, yani işi gücü, varlığı, kimliği ve hatta soluduğu hava bile kelimelerden müteşekkil olan ve elli binden fazla muhteşem dizeye imza atmış bir insanın, nasıl olup da kendine SUSKUN adını verdiğini...?
Açıkçası çok fazla kitap okuyabilen biri değilim, dolayısıyla kitaptan anlamıyorsun da diyebilirsiniz belki bana ama bence oldukça başarılı.. ben anlamasam da boşuna 100binlerce baskı yapmamıştır herhalde? :)

Kitap yazmak nasıl bir şey? "yazdım oldu" diye olmuyor işte..
Umarım kitabın devamı da başı gibi güzeldir..
"Meramınız aşk, aşkınız baki olsun"    (Aşk, s. 30)
Sevgilerimle..

1 Mayıs 2011 Pazar

Büyükada sefası & cefası


Cuma gecesi uykusuzluğunun üzerine dün sabah 8 gibi kalkıp, büyükada için yola koyuldum.  Hava sabah serin olsa da öğleden sonra dileğim kabul oldu ve güneş meteorolojiye inat yüzünü gösterdi:) Hatta fark ettirmeden yüzümü de yakmış, 2 gündür kıpkırmızı bi suratla geziyorum :) (gülücük yaptığıma bakmayın ada cefası yazmamın nedenlerinden biri de budur:)) 

Sabah serinliğindeki uzuun bisiklet turundan sonra sıra aya yorgiye çıkmaya geldi. Daha önce aya yorgiye çıkmamıştım ve bi daha da çıkmam sanırım çünkü o yokuşu çıkmama değecek güzellikte bir kiliseyle karşılaşmadım maalesef.. Aya yorgiden sonra aşağıdaki nefis manzaraya karşı yemeğimizi yedik. 
Yemekten sonra bisiklet turumuzu adanın şehre bakan değil de, diğer tarafındaki harika manzarayı gören tarafından dolaşarak tamamladık. Zevkli ama bir o kadar da yorucu bisiklet turundan sonra sıra İsa tepesine yürüyüşe geldi. Bu tepeye çıkmak da gerçekten çok zorlayıcıydı ama aya yorgiye çıkmak yerine eski rum yetimhanesinin bulunduğu bu tepeye çıkmanızı öneririm. Manzara ve orman çok çok daha güzel, fotolardaki bu şirin taylar da cabası:)
etrafta serbest dolaşan atlardan yalnızca üçü..
Dil burnu manzarası
Eveeet buraya kadar işin sefa kısmını anlattım. Cefa kısmına gelirsek; rehberliğimizi yapan arkadaşın "hafiiif bir eğim" olarak adlandırdığı yokuşlardan bisikletle çıkmaya çalışmak gerçekten hataydı ki zaten her seferinde kendimi bir süre zorladıktan sonra inip yürümek zorunda kaldım. Bisiklet turu yetmezmiş gibi öğleden sonra yine "hafiiif bir eğim"le çıkılan İsa tepesine çıkmak ağrılarımı katmerledi! Sonuç olarak 2 gündür geçmek bilmeyen ağrılarım var:( Kas ağrıları yetmez, bir de dört gözle beklediğim güneşten hatıra yanıklarım var..

Sanırım uzunca bir süre adaya gitmeyeceğim ama bir sonraki gidişimde hiiç bisiklet olayına girişmeyip, bincem faytonuma atcam turumu:)

Son olarak aya yorgide gördüğümüz bu tırtıl kafilesini de paylaşmazsam olmaz:)